22 Haziran 2015 Pazartesi

Bir kırık vakası 1.bölüm


31.Mayıs:
Baba-kız çadır kampındayken biz de bi Urlaya gidip denize girelim, kamp öğlen bitince onları da yanımıza çağırır süpriz yaparız dedik kardeşimle. Urlada gidip şezlonglarımıza yerleştik, ilk denizimizi açtık, sahilde türk kahvesi keyfimizi yaptık.

Kitaplarımızı çıkardık, okuyacaktık ki, denizden yelkenliler geçmeye başladı. Fotoğraf çekmek üzere biraz buruna yürüdüm, işte olayın geçtiği yer

 kadraja karşı sahilin girmesi için hafif eğildim ve çekim yaptım, tam kalkıyordum ki arkamda kocaman bir kaz, bağırarak bana doğru geliyor, boyu neredeyse üst bacaklarımda, hafif hızlanarak yürürken başka bir kaz da öteki taraftan beni kıstırdı. İşte ayak bileğimin döndüğü, zavallı kardeşimin olaya müdahil olduğu,  ambulansla hastaneye götürüldüğüm ve sonrası hastane ve ameliyat günlüğüm böyle başladı. "Olacakla, öleceğin önüne geçilmez"in yaşanmasıdır. Herşeye rağmen şükür ve daha büyük bir şey olmadığına tesellidir, duygular.
Ama beni dik, uyanık ve dirayetli tutan güç Berilin beni iyi görmesini istemekti. Canım yaa...hastaneye geldiğinde onu hiç böyle görmediğimi düşünüyorum.  Yüzü bembeyaz ve çok çaresiz. Teselli ediyorum, sakinleştirmeye çalışıyorum onu. İyi geliyor ona beni aynı konuşurken  görebilmek. Eşimin beni Urla devlet hastanesinden alıp arabamızla Dokuz Eylül Hastanesine götürürken emin ellerin ve desteğinin müthiş huzurunu yaşıyorum.  Beromla Dokuz Eylül acilde ayrılıyoruz. Bir daha 4 gün görüşemiyoruz.

Dokuz Eylül acil: Mayo ve plaj elbisesi, kumlu ayaklar... hastanede mayom ve elbisem kesilerek çıkarıliyor, uyutuluyorum ve ayağım alçıya alınıyor. Ortopedi servisine yatışım yapılıyor. Sol ayak bileğimde 3 parçalı kırık var. Ameliyat şart.

2.Haziran: tuzlu tuzlu ameliyata girdim. Bileğimde 3 kırık ve tendom yırtılması sonucu anatomime bir plaka ve bir vida eklenerek ameliyatı başarıyla atlattım.

Doktorlarla hic iletisimim yok. "Parmaklarinda his var mı, ağrın var mı". "Var, yok" diyalogu haricinde.
Sonra dayanamayıp soruyorum. Ben ne zaman dans edebilirim? 2 ay sonra cevabı mutlu ediyor.
Doktorların yoğun temposu, mesleğin ehemmiyeti bizim meslekler de meslek mi be diyaloglarına dönüşüyor gene.

Çoook ağrılı ve kafayı kaldıramadığım 3 gün sonucunda ağrı bitti ya diye sevinerek hastanede yemekleri beklememi(iştahlı insan her daim iştahlı), aldığım güzel telefonları, ziyaretime gelenleri, getirdikleri moral verici hediyeleri unutamam.

Hastanenin en komik unutulmaz diyalogu ise benle ilgilenen ama sıfır iletisimimin olduğu doktorumun son pansumanda "iyileşince artık bol bol kaz yersin" demesi oluyor.

Bu arada bir cok normal aktivitenin kıymeti artıyor yattıkça.  Yatağımın karşısındaki refakatçi koltuğuna kadar yürüyebilip, orada biraz oturmak istedigimi unutamam.

4.Haziran: Artık evdeyim. Yazacak, paylaşacak, tavsiye edilecek öyle çok şeyim var ki bu yaşananlara dair bu ilk bölüm olsun...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder